24 Aralık 2011 Cumartesi

Özlemişim.

Geleli İstanbul'a fazla olmadı. Canım benim. Nasıl da özlemişim belli değil...

O düzensiz trafiğin akışına dalıp gitmeyi, otobüste başımı cama yaslayıp kırmızı ışıklara bakmayı, yağmur damlaların camdan akarken ki yarışmasını özlemişim. İstanbul'da üşümeyi, üşümeme inat Beşiktaş deniz motorlarının arkasında Boğaz'ın geceye gözlerini kapamış dalgalarını süzmeyi özlemişim. İnsanların elinde marka torbalarla bir yerlere koşuşturmasını, bazılarının martılara kabaca simit ve ekmek parçacıklarını atmayı özlemişim. Yüzüme vuran o rüzgarın beni titretmesini, masumca havada süzüşen o kar tanelerinin yere inmemek için gösterdiği o mücadeleye dalıp gitmeyi özlemişim. Kitabımın yağmur damlaları tarafından ıslanmasına şahit olurken, annemin bana sıcak bir kapuçino getirmesini özlemişim. Efsane Uludağ Gazozu'nu açarken pencereden Çamlıca'nın eşsiz manzarasına bakmayı, sonrasında buzdolabının kapağını ayağımla sertçe kapamayı özlemişim. Benzin fiyatlarına bakıp yorum yapmayı, karşı yönden dengesizce gelen arabaya küfür etmeyi özlemişim. Taksicilerin "amına koyiyim" kipi içindeki memleket muhabbetini zorunluluktan da olsa dinlemeyi özlemişim. Annemin yaptığı sıcacık yemekleri yemeyi, babamla futbol hakkında konuşmayı özlemişim. Islak kaldırım taşlarına sertçe basmayı, kulağımda kulaklık ile Beşiktaş'ta yürümeyi, Taksim'de insanları takmamayı özlemişim. Islak yapraklı olan Beşiktaş-Kabataş yolunda yalnız turlamayı, el ele tutuşan sevgililere küfür etmeyi özlemişim. Yatağımın rahatlığıyla yorganın içinde ayaklarımı uykuya dalana dek gezdirmeyi, ellerimi iki yastığın arasına koyup kafamı küçük yastığımla okşamayı özlemişim. Evimi özlemişim. İstanbul'u özlemişim.

Kokularını özlemişim.

Özlemişim, çok özlemişim.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Pasif bir seks hayatı

Yine bir gece daha geliyor geçiyor.

Ben yine öğrenci yurdumda pot noodle'ımı yapmış, bilgisayar oynayarak vakit geçiriyorum. Blogda yazı yazıyorum, şuan yaptığım gibi. Arada gazozumdan bir yudum alıyor, popomu kaşıyorum. Odamda sadece dizüstü bilgisayarımın ışığı. Kafama estikçe youtube'dan Japonya vidyoları açıyor, nasıl olduğunu anlamadan "Japanese girls kissing" başlıklarına ilerliyorum. Dalıp gidiyorum.

Bir çok seks blogu okuyorum. Fantezilerini, ne yaptıklarını, neler yaptıklarını, nasıl yaptıklarını. İnsanların renkli cümbüşüne bir adım da ben atayım diyorum beş dakika da olsa.

Seks hayatının sadece küçük bir şehirde, çoğunluğun öğrenci olması normalde beklentilerin de yüksek olması anlamındadır. Gece kulübe gidilir, dans edilir, kızlara yanaşılır, dayarsın. Severse sever, sevmezse zaten uzaklaşır. Ya da klasik, içki ısmarlarsın, muhabbet kurarsın, tanırsın. O gece için "Kız olsun işte" kafasındasındır.

Ben ise farklıyım. Seks hayatının pasifliği bir kenara, fazla kızlarla takılmadım. Kulübe gittim elbet, gittim ve içtim de, eğlendim de. Ama bende ne bir kız kaldırma çabası oldu, ne de yavşama. Genellikle -evet- kızlar bana içki ısmarlamak istedi. 5 kız 1 erkek yazımdaki gibi, red ediyorum işte. Sigaramı yaktım, soğuk rüzgarlı havada evime yavaş adımlarla yürüdüm.

Seks yapacağın biri özel olmalı, yani, onu beğenmelisin. Zevkine göre duygusal hareketlerle seçmeli, ona bakmaktan utanmalısın ama soğukkanlılığını da korumayı ihmal etmemelisin. Ne bileyim, sütyeni çözerken ikinizde haz almalısınız mesela veya seks öncesi bir sevişme anı ikiniz için en değerli şey olmalı. En azından benim için. Ben sevdiği kızla daha seks değil fantezi bile düşünmemiş ama fantezileri olan bir adamım. Adam demek doğru mu onu da bilmiyorum. Kendime sıfatlar takmayı sevmem. Şaka tadında arkadaş çevresinde söylediğim "Yakışıklıyım", "Seksiyim", "Müthişim" gibi şeyler dışında, kendime ciddi anlamda bir "Yakışıklı" damgası vurmadım, vuramadım.

Şehirden uzak küçücük bir kasabada, o kasabanın bir sahilinde, ne bileyim, Japonya'da, şehire karşı bakan yüksek gökdelenlerin birinde.

Seks hayatımın pasif olması beni mutlu ediyor. Bilmiyorum, belkide beni baştan çıkaracak biri daha belirmedi karşımda.

13 Aralık 2011 Salı

Dokunmak

"Dokun bana, dokun bana. Dokun biraz daha geçsin kokun bana." - Onor Bumbum

Basit bir sabah çayının ardından yarım kalan poğaçamı peçeteye sardım, masamın sağ uzak köşesine koydum. Dizüstü bilgisayarımdan gelen e-postalarıma baktım, sabaha "günaydın" tadında bir müzik açtım. Vücudumun esnemesi, kemik çıdırdatmalar. Bir kaç haber okudum. Maç sonuçlarına baktım. Küçük bir hamle ile sağ elimin parmaklarını yine çıtlattım. Daha sonra ise bir kaç çıplak Japon kadın resmine baktım.

Cambridge'den ülkeme döneceğim günlere geri sayım yaparken, aklımdan çıkmayan duygu ve hislerim müzik zevkime zevk, içime ise bir tutam heyecan katıyordu. Elimde en güçlü silah olan çizim yeteneğim ile bir şeyler yapmak, güldürmek istiyordum. Bakma, herkes benden çizim istiyor. Ama sıcak çikolata sorunsalı var. Sıcak çikolatamı karşılayın, bakın size ne çizimler yapıyorum. Sıcak çikolata olmazsa elimi çıtlatmam gerekiyor, bu da çizim yaparken elimin titremesine, kontrolu kaybetmeme yol açıyor.

Bir kaç seks dolu sikeçin ardından kalemimi duygu ve hislerim çerçevesinde masamın sol kenarındaki şeffaf plastik kaba koyuyorum. Youtube'dan müzik listemi değiştirip, hafif bir esneme hareketi yapıyorum.

Her gün klasik olan "Japonya'da Exchange" programlarına bakıyorum. Liseliler için kurulmuş bir ex-change dünyasında kendime başımı sokacak bir yer arıyorum. Bir yandan duygu ve düşüncelerimle birlikte o'nu aklımdan geçiriyor, küçük bir gülümseme ile Japonya'nın sakuralarına dalıp gidiyorum.

Projelere boğulmaya başlıyorum yavaş yavaş. Çalan antik Japon müzikleri arasında gözlerimi yaptığım işe kilitliyor, boynumun kitlenmesine sebep oluyorum. Malum, üniversite hayatı. Ne kadar seks hayatı varsa, o kadar da yapılacak proje var. En azından bir sanat öğrencisi için bunu diyebiliriz.

Erken gelen yorgunlukla birlikte yatağıma bir bakış atıyorum. "Yapma, projem var bitirmem gereken" desem de, o masum yastıklarla bana "gel" diyor işte. Henüz uyanalı üç dört saat olmuştu oysaki. "Aman be Mete, siktir et. Yat uyu akşam yaparsın."

Başımı yastığa koyduğumda garip bir stili olan tavana şöyle bir göz gezdiriyorum. Silüetini görmekten bıkmıyorum. Tavandaki çizgilerle, hayal gücümü kullanarak senin bir profilini oluşturuyor, öyle uykuya dalıyorum her zaman. Sana dokunamasam da, oradasın işte, benimlesin.

Yavaş yavaş beynim fonksiyonlarını kapadığında ağzımdan salyaları salıyor, ve mışıl mışıl bir uykuya dalıyorum.

Her ne kad- neyse.

12 Aralık 2011 Pazartesi

Paslı Bahçe

Büyükçesine, minik dereye dökülen, pek önemsemediği bir bahçesi vardı. Önemsememesini anlayamıyordum. Bahçeyi yer yer paslanmış siyah demir parmaklıklarla çevrelemişti. İçindeki çimlerin bazısı boyumun yarısına geldiği oluyor, yabani otların boyu ise neredeyse omzuma yaklaşıyordu. Bahçenin içerisinde bir kaç pislenmiş şarap şişesi, bir kaç tane de yırtılmış gazete sayfaları vardı. Nehire bakan tarafın sol köşesinde taştan bir merdiven. Taşların kenarları yer yer yosunlu, çatlakları ise minik otlu. Merdivenin önünde, parmaklıklardan büyük bir demir kapı. Ne bir pas, ne bir çizik. Sanki eskiden kalan hatıraları saklıyor gibi. Yine de bilmiyordum.

11 Aralık 2011 Pazar

Tam o sırada

Bir anlık flaş patlaması gibi.

Tam o sırada elimdeki elektronik cihazı yere fırlatabilir, üstüme bir hırka almadan hızlıca odamdan çıkabilir ve yağmura baş kaldırıp bağırabilirdim içimde hapsolmuş şeyleri. Gözlerimi sımsıkı kapayıp, kaşlarımı acıtabilir, ağız kenarlarım yırtılacakmışcasına haykırabilirdim. Sokakta tek tük geçen insanların bana şaşkın bakışlarına inat onlara küfür edebilirdim.

Tam o sırada yine tanrı denen şey aklıma geldi. Hayallerimi sadece bir kaç dakikada alabilen, hayallerimi geç, on binlerce insanın canına kıyabilen tek kişi. Tanrı. Her ne kadar bizi kuklası gibi görse de, her gece kafamın içindeki tanrı ile konuşuyorum. Ona sorular soruyor, neden böyle yaptığını anlatmasını istiyordum. Eğer bana bunun cevabını vermez ise onu ona inanmamakla tehdit edeceğimi söylüyorum. Yine susuyor, yine susuyor.

Seni sevmiyorum değil, seni seviyorum ama sevmiyorum. Geceleri köprü altında bekleyen fahişeler veya Taksim'in ara sokaklarında otuzlu yaşlarındaki hayat kadınları gibisin. Bir sıcak çikolatanın dili yakması kadar acımasız ama tatlı, bir gazlı içeceğin boğazı acıtması kadar ani ama güzel.

Eh tanrı. Sen benden iki kere ertelediğin hayallerimi daha kaç kez erteleyeceksin?

27 Kasım 2011 Pazar

Düşük

Hayır yani nerden başlasam bilmiyorum.

tumblr'ın git gide embesiller tarafından işgal edildiği şu zamanlarda, tumblr'ı kapatmış olmama rağmen hala benimle uğraşmak isteyen, arkamdan konuşan, düşük seviyeli hareketlerle milletin beğenisini toplayan birisi veya birileri var.

Ya arkadaşım. Hadi dirsegimiyalarim.tumblr.com url'sini aldın. Başlığa "Artık benim!" havasında "Mehehe" de yazdın. Ha şimdi bir de şifre mi koydun?

Sen benim hakkımda oraya yazı yazarsın allah bilir veya var olan yazılarımı oraya kopyalarsın. Yaparsın. Bu kadarını yaptıysan bunu da yaparsın elbet.

Kimsin, nesin inan bilmiyorum. Bir derdin varsa sanaldan değil, yüzüme anlat. Sözde "sikertme" adı altında bir şey yapamıyorsun çünkü. Komik durumuna düşüyor, kendi kendine ve arkandaki kuzularla eğleniyorsun.

Ha bir de, seni tanımıyorum ya nasıl olsa. Ama sen beni tanıyorsun hani.
Ha işte senin ben ananı sikeyim.
Çık şimdi karşıma.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Kendim Olduğum İçin

Turuncu kuru yaprakların üstüne basarak ormana ilerledim. Şehrin dışına doğru kuzey tarafında kalıyordu orman. İki gün önce istemeden aldığım sigara paketini cebimden çıkardım küçük adımlarımla ormana ilerlerken. Keyfine göre çalışan çakmağımla, yer yer esen terbiyesiz rüzgara inat bir dal yaktım. İçime fazla çekmedim, dışarıya dumanı vurdum. Ayağımın altında çıtırdayan çekirge ölüleri ve iri kurumuş yaprak taneleri güzel bir melodi oluşturuyordu. Saatin ilerlemesi ile, hava kararıyor, biraz da sis çöküyordu yaşlanmış ormana. Adımlarımın gitgide yorulduğu anlarda, sigaramdan bir fırt daha çekiyorum.

Sisin köküne doğru yorgun adımlarla ilerledim. Bitmiş sigaramı bir ağaç kenarına fırlattım. Kurumuş yaprakların koloniler halinde birikmiş olduğu yerlerden birine geldim. İri bir ağaç. Kökleri o kadar büyük ki, topraktan yer yer yer yüzüne çıkmış. İki kök arasındaki kurumuş yaprakların arasına oturdum. Az biraz gözümü kapadım. Kendimi dinlendirdim. Esnedim, gerildim. Gözümü açtım, yoğun sise doğru bir bakış attım. Cebimden zar zor sigara paketini çıkarıp, bir dal daha yaktım. Başımı iri ağaca yasladım, gözlerimi tekrar kapattım.

-Seni seviyorum.
-Biliyorum.
-Peki beni neden görmezden geliyorsun?
-Canım istiyor.
-Mantıklı bir şey söyle.
-Hep kendim olduğum için.
-Bunun benim seni sevmemle ne alakası var?
-Yaptığım hareketleri severim.

Dalı bitirdiğimde yavaşça ayağa kalktım, pantolonumu sirkeledim. Siyah hırkamı düzelttim, evin yolunu tuttum. Çünkü ben çok can yaktım. Umrumda mıydı? Güldüm.